• Anasayfa
  • https://www.facebook.com/Patolab-Patoloji-Lab-164209970431806/timeline/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905058041510
  • https://twitter.com/patolabpatoloji
  • https://www.instagram.com/patolabpatoloji/

PATOLAB

PATOLOJİ LABORATUVARI

Takvim
Hava Durumu

Patoloji Nedir?

Patoloji Nedir ?

Buna son dönemde hızla gelişen moleküler ve genetik düzeydeki incelemeleri de eklemek gerekir. Patoloji temel bilimler ile klinik dallar arasında bir köprüdür. Temel bilimlerin yöntemlerini kullanır, klinik uygulamaya yol gösterir. Cerrahi patoloji ağırlıklı işlevi nedeniyle üniversitelerimizde Cerrahi Tıp Bilimleri arasında sayılmaktadır.

 

Patoloji, hastalıkların nedenlerini, nasıl oluştuklarını ve insan bedeninde ne gibi değişikliklere yol açtıklarını inceler. Bu nedenle de patolojinin tarihi, insanoğlunun hastalıklarla ilgili ilk bilgi edinme çabalarına kadar uzatılabilir.

Hastalıkların nedenlerini araştıran ilk hekimler, patolojinin öncüleri olarak kabul edilebilir. İnsanın başına gelen tüm kötülükler gibi hastalıkları da doğaüstü güçlere bağlayan dönemin ardından uygarlık ve akıl çağı gelir. Bu dönemde M.Ö. 4. yüzyılda Eski Yunan'da ortaya çıkan Aristo felsefesi, hastalıkların nedenlerini insan bedenindeki açık renkli safra, koyu renkli safra, kan ve mukusun bileşimindeki uyumsuzlukla açıklamaya çalışmıştır. Böylece "Hümoral patoloji" düşüncesi doğmuştur.

Anadolu'da yaşayan hekimlerden Asklepiades (M.Ö. 1. yüzyıl) ise insan bedeninin evren gibi çok sayıda parçacıktan oluştuğunu savunan, hastalıkları bu parçacıkların hareketlerindeki bozuklukla açıklayan "solitar patoloji" okulunu oluşturmuştur.

Yunan ve Roma uygarlıklarının altın çağından sonra bilimdışı anlayışların Avrupa'ya hakim olduğu ortaçağ boyunca hastalıkların nedenleri konusundaki çalışmaların Asya'da sürdüğü görülmektedir.

Ebubekir Razi (854-932) ve İbn-i Sina (980-1037) Isfahan'da açtıkları hastane ve tıp okulunda birçoğu Batı'dan tıp eğitimi almak için gelen öğrencileri yetiştirirken aynı zamanda otopsi çalışmaları da yapmıştır. Ebubekir Razi ve İbn-i Sina, Aristo ve Galen'i uzlaştırmaya çalışmışlardır. Ebu Bekir Razi (El-Razi, Ebubekir Mahmud bin Zekeriya) aynı zamanda matematik, din, felsefe ve astronomi ile ilgilidir.

İbn-i Sina'nın fizyoloji, etyoloji, anatomi ve patolojiyi kapsayan "Tıp Kanunu" isimli kitabı, 12. yüzyılda Cremonalı Gerard tarafından Latince'ye çevrilmiş, yazıldıktan 500 yıl sonra bile Avrupa'da kurulan tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur. "Tıp Kanunu", anatomi ve fizyoloji bilgisi bakımından eksik olarak değerlendirilmektedir.

Ebubekir Razi, hekimin kendi deneyiminin önemine dikkat çekerken bilimdeki doğrunun göreceliliğini çok güzel açıklamaktadır: "Herhangi bir konu hakkında Galen ve Aristo görüş birliği içindeyse, doktorlar için karar vermek kolaydır. Ama farklı düşünüyorlarsa bir karara varmak zordur. Tıpta ‘doğru', ulaşılamayacak bir amaçtır ve iyi bir doktorun deneyimi, kitaplarda yazan herşeyden çok daha değerlidir."

Dünyada Patolojinin Gelişimi

Patoloji diğer bilimlerin açtığı yoldan ilerledi

Patolojinin gelişimi insan bedenini ve işleyişini araştıran diğer bilim dallarındaki gelişmelerden etkilenmiştir. Önce insan anatomisi ayrıntılarıyla ortaya konulmuş, sonra histoloji, biyoloji, fizyoloji ve biyokimya hakkındaki bilgiler derinleşmiştir. Hastalıkların nedenlerinin anlaşılması için mikrobiyoloji, dahili ve cerrahi tıp dalları, son olarak da genetik ve moleküler biyoloji alanındaki atılımlar bilimin ve patolojinin yolunu aydınlatmıştır. Tıp dallarındaki bilginin günümüzdeki kadar yoğun olmadığı çağlarda bilim insanlarının birden çok bilim dalında çalışmalar yapmalarının nedeni, farklı dallar arasında işbirliği ve bilgi paylaşımının yarattığı avantajlardan yararlanmış olmalarıdır. Patolojide önde giden bilim insanı aynı zamanda anatomi, histoloji veya fizyoloji alanında da en ileri bilgilere sahip olmuştur. Yine de patolojinin 17. yüzyıldan itibaren sıçrama yapmasında Avrupa'da rönesans ("Yeniden doğuş") döneminin yarattığı bilimsel özgürlük ortamında otopsi incelemelerinin yaygınlaşması etkili olmuştur.

Otopsi: Hastalıkların anlaşılmasında önemli aşama

Hastalıkların nedenleri konusunda araştırmalar hasta bedenlerin ve beden sıvılarının incelenmesiyle giderek bilimsel zemine oturmuş, otopsi bu gelişmede önemli bir aşamayı oluşturmuştur. Otopside hastalıkların organ ve dokularda yol açtığı değişiklikler açığa çıkarılmıştır. Otopsi bulguları aynı zamanda hastalıkların tanısı ve ölümle sonuçlanan mekanizmaların anlaşılması için somut kanıtlar olarak değer kazanmıştır.

İlk otopsinin 1286 yılında veba salgını sırasında İtalya'da Cremona şehrinde yapıldığı bilinmektedir. Şüpheli olgularda aileden ilk otopsi iznini isteyen hekim ise Antonio Benivieni (1440-1502)'dir.

Giovanni Battista Morgagni (1682-1771) Patolojik anatominin babası kabul edilir. 700'den çok otopsi üzerinde elde ettiği bulguları kaydetmiş, 60 yıl sonra yayınladığı "De Sedibus et Causis Morborum" adlı 5 ciltlik bir eserde toplamıştır. Morgagni çalışmalarında Galen'in "Gerçeği arayanlar, nedeni kendisini doğrulamasa da gördükleri herşeyi dikkatle rapor etmelidir" öğüdüne uymuştur.

Marcello Malpighi (1628-1694) Dokularda ilk mikroskopik incelemeleri gerçekleştirmiştir.

18. yüzyılın ilk yarısında histolojinin kurucusu Bichat da otopsi çalışmaları yaparak dokuları damar, kas, bağ dokusu ve kemik olarak dört ana kümede toplamıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısında Fransız cerrah Guillaume de Puytren (1777-1823), klinikçi Mathew Baillie (1761-1823) otopsiyle uğraştı. İngiliz R. Bright otopsi serilerini inceleyerek böbrek hastalıklarının ilk sınıflandırmasını yaptı. Aynı dönemde Alman patolog ve anatomist Johann Friedrich Mecker (1781-1833) çok sayıda otopsi yaptı. Aynı zamanda fizyoloji, anatomi hocası ve arkeolog olan Johannes Müller (1801-1858), tümörleri makroskopik görünümlerine göre ilk sınıflandıran kişi oldu.

Thomas Hodgkin (1798-1866) 7 Otopside lenf düğümünde tümör gelişimini değerlendirerek Hodgkin Lenfoma'yı tanımlamıştır.

Karl F.Rokitansky (1804-1878) Viyana Üniversitesi'nde 30 yıl Patoloji hocalığı yapmış, bu süre içinde 70.000'den fazla otopside çeşitli hastalıkları gözlemlemiştir. Septal defektler ve diğer konjenital kalp anomalilerini tanımlamış, arter hastalıkları üzerine geniş makaleler yayınlamış, infektif endokarditlerde ilk kez bakterileri görmüştür.

Eş zamanlı olarak Berlin'de Rudolf Ludwig Karl Virchow (1821-1902) "Hücresel patoloji" düşüncesinin fikir babasıdır. Otopsilerden elde ettiği 23.000 parçadan oluşan bir müze kurmuştur. Aynı zamanda arkeolog, antropolog, politikacı olan Virchow 1879'da Truva'yı görmek ve tarihi eser kaçırmak için 2 kez ülkemize gelmiştir. Milletvekilliği sırasında Berlin'in su ve kanalizasyon sistemlerinin kurulması için çalışmış, tifüs salgını hakkında daha 20 yaşında iken yazdığı bir rapor nedeniyle Berlin'den sürülmüştür. Virchow tıbbı bir sosyal bilim olarak nitelendirmiştir. Lösemi, tromboz, yangı ve tümörleri ilk kez ayrıntılı olarak tanımlamış, emboli, amiloid ve hemosiderin ile ilgili araştırmalar yapmıştır.

Modern patoloji, hücresel patoloji

İnsan anatomisi, fizyoloji, histoloji ve mikrobiyolojideki gelişmeler, normal ve hastalıklı sistem-organ-doku-hücre-inceyapının karşılaştırılmasına olanak tanımıştır. Modern patoloji, "Hücresel patoloji", "Fizyopatoloji", "Moleküler patoloji" bölümlerinden oluşmaktadır. 19. yüzyılda Virchow tarafından ortaya konulan "Hücresel patoloji" düşünce sistemi şöyle özetlenebilir:

"Yaşamın temel birimi hücredir. Hastalıklar da hücre yapısı ve işlevlerinin bozulmasıyla başlar. Hasta hücrenin üremesiyle diğer hasta hücreler ortaya çıkar. Hastalığı anlamak için hücreyi incelemek gerekli ve yeterlidir. Yangı, dejenerasyon, tümör gelişimi bu şekilde açıklanabilir."

Virchow, teorisini kendinden önce gelen bilim adamlarının bulgu ve düşüncelerine dayandırmıştır: Robert Hooke 1665'te bitki gözeneklerini gösterip bunlara "hücre" adını vermiştir. Lorenz Oken 19. yüzyılın başında "Bitkiler gibi insan ve hayvan bedenlerinde de bulunan hücrenin yaşamın en küçük birimini oluşturduğu" görüşünü öne sürmüştür. Histolojinin kurucusu Xavier Bichat "Hastalıkların dokuların bozulması sonucunda oluştuğunu" savunmuştur. Zamanının en büyük fizyologlarından biri olan Virchow'un Hocası Johannes Müller (1801-1858) ise yapı ile işlev arasındaki ayrılmaz bağı vurgulamıştır.

Virchow'un hücresel patoloji kuramını ortaya koyarken hücrenin inceyapısından ve moleküler yapısından da söz ettiğini bu bilim adamının ileri görüşlülüğünü göstermesi bakımından eklemek gerekir.

Alman bilimadamı Julius Cohnheim (1839-1884)Virchow'un öğrencisidir. İltihap patogenezi ve deneysel patoloji alanındaki çalışmalarla iz bırakmıştır. Cohnheim kurbağalardaki deneysel araştırmalarda iltihap bölgesine gelen elemanların kandan taşındığını, doku değişikliğinin, hücreye değil damara yönelik etkilerle oluştuğunu, hücre zedelenmesinin bunun sonucu olduğunu ortaya koymuştur. Dokuları dondurarak kesmeyi ilk deneyen bilim adamıdır.

Virchow'un bir başka öğrencisi Elie Metchnikoff 1845-1916 fagositoz konusundaki çalışmalarıyla 1906 Nobel ödülü alıştır.

İlk patoloji kürsüsü Jean Cruveilhier (1791-1873) tarafından Paris'te, 1836'da Hotel Dieu'da kurulmuştur. Dönemin eğitim merkezleri Almanya ve Avusturya, en tanınmış hocaları Müller, Rokitansky, Virchow ve Cohnheim olmuştur.

Avrupa'da bu gelişmeler yaşanırken ABD izleyici durumundadır. Welch, Osler, Councilman, Delafield, Flexner gibi başlıca Amerikalı patologlar eğitimlerini Avrupa'da Rokitansky, Virchow ve Cohnheim'in yanında almıştır. Osler, 19. yüzyıl başında yaptığı otopsilerde birçok hastalığı ilk kez tanımlamıştır. Cohnheim'in öğrencisi Henry Welch (1850-1934), ABD'de ilk patoloji kürsüsünü John Hopkins'te kurmuştur.

Patoloji'nin Gelişiminde Teknoloji

 

Hücresel ve moleküler patoloji, özellikle optik sanayisindeki gelişmeler olmaksızın ilerleyemezdi. Mikroskopun ve optik sanayisinin gelişimi hücrenin ve hastalıkların yol açtığı hücre değişikliklerinin görülmesine olanak sağlamış, günümüzde hastalıklarla ilgili bilgiler moleküler düzeyde anlaşılır duruma gelmiştir.1270 yılında Roma'da ilk kez okumak için mercek kullanıldığı bildirilmektedir. İlk mikroskop ise Hollanda'da 1600'lü yılların başında Leuvenhook tarafından kullanıldı. G. Adams, 1770'te ilk kez mikrotomu kullanarak ince doku kesitleri elde etti. 1884 yılında Jena'da optik cam sanayi kuruldu. HG Harrison, 1907'de doku kültürünü yaptı. Mikroskoplardaki gelişmeler 20. yüzyıl başında hızlandı. Polarizasyon mikroskopu 1924'te, Floresan mikroskop 1929'de, Elektronmikroskopu 1931'de, Faz kontrast mikroskopu ise 1932'de kullanıma girdi. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise moleküler biyoloji ve genetik alanındaki gelişmeler hastalıkların tanı ve tedavisi konusunda patolojiye yeni ufuklar açtı.

DNA akım sitometrisi, floresanla işaretli veya çeşitli boyalarla işaretli antikorların kullanıldığı immünohistokimya ve immünofloresan inceleme yöntemleri, özellikle tümörlerin, immünolojik mekanizmalarla ve genetik bozukluklarla ortaya çıkan hastalıkların tanısında giderek daha sık kullanılmaktadır.

Türkiye'de patolojinin gelişimi

Ülkemizde patolojinin tarihi 19. yüzyılın başına kadar uzanmaktadır. Kısa sayılabilecek bu tarihi dört dönemde incelemek mümkündür:

a. Osmanlı dönemi 
b. 33 reformu öncesi (Hamdi Suat dönemi) 
c. 1933 Reformu sonrası (Patoloji'de Alman etkisi) 
d. 1945 sonrası (İstanbul ve Ankara Tıp Fakülteleri) 
e. 1960 sonrası (Çok merkezli dönem)

Osmanlılarda Patoloji

 

Selçuklularda ve Osmanlılarda sağlık merkezleri, hastaların tedavisiyle uğraşırken aynı zamanda tıp eğitimi de veriyordu. Bu şifahanelerde 19. yüzyıla kadar tıp eğitimi medreselerde din eğitimi ile birlikte yapılıyordu.

Osmanlı İmparatorluğunda 1800 lerde başlayan batılılaşma çabalarından tıp dünyası da etkilendi. Padişah II. Mahmut , 14 Mart 1827'de Şehzadebaşı'nda ordunun ihtiyacı olan hekimleri yetiştirmek amacı ile Tıphane-i Amire adıyla bir tıp okulu açtı. Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane adıyla öğretime devam eden bu okulda Viyana'dan gelerek 1839 yılında görev alan Dr. Bernard , çağdaş bir eğitim verilmesi için büyük emek harcadı. O zamana kadar hiç otopsi yapılmamıştı. Dr. Bernard'ın ısrarı üzerine Padişah II. Abdülhamit 1841 yılında kadavra diseksiyonuna ve Hıristiyan ölülerinin otopsisine izin veren bir ferman çıkardı. Dr. Bernard'ın 1844'te ölümünden sonra bu çalışmalar uzun süreli bir kesintiye uğradı.

Ahmet Hilmi Paşa nın 1870 lerde ilk patoloji hocası olduğu bilinmektedir. Ohannes Tabibyan Bey , Ahmet Ferit Bey , Rıfat Hüsamettin Paşa tarafından zaman zaman patoloji dersleri verilmiştir. Patoloji dersi ancak 19. yüzyılın sonlarında Tıbbiye'de ders programına tamamen yerleşebilmiştir. 1898'de Gülhane Askeri Tıp Okulu'nun kuruluşunda, patoloji laboratuarının başına Prof. Georg Deycke getirilmiştir. Bu sırada Almanya ve Avusturya'ya çok sayıda öğrenci gönderilerek eğitilmeleri planlanmıştır. Meşrutiyetin ilanından sonra, mülki ve askeri tıp fakülteleri birleştirildiğinde (1909), patoloji hocalığına Hamdi Suat atanmıştır. Böylece patoloji tarihimizde önemli bir sayfa açılmıştır.

Cumhuriyet'in Başlangıç Döneminde Patoloji

Hamdi Suat Aknar ve Türk Patolojisinin Kuruluşu

Prof.Dr. Hamdi Suat Aknar (1873-1936) (Soyadı kanunundan sonra Aknar) Tıp Fakültesi'nde patoloji kürsüsünü kuran, modern patoloji eğitimini temellerini atan, gerektiğinde cephede hekimlik yapan, gerektiğinde laboratuvarda o döneme göre son derece ileri araştırmalar yapan ve deneysel karsinogenez (Kanser gelişimi) konusunda çalışmalarıyla uluslararası ün kazanan bir Türk hekimidir.

Tıbbiyeyi bitirdikten sonra (1899), Almanya'ya gönderilmiş, döneminin önde gelen tıp bilim adamları ile çalışmış, çok değerli araştırmalar yapmıştır. Patolojide Alman okulunu öğrenen Hamdi Suat, 1904'te İstanbul'a dönmüş ve Gülhane'nin patolojik anatomi hocalığına atanmıştır. 1909 yılında Haydarpaşa'da askeri ve mülki tıbbiyelerin birleştirilmesiyle oluşturulan Darülfünun Tıp Fakültesi Patolojik Anatomi Hocalığına getirilmiş, bu görevi 1933 Reformu'na kadar sürdürmüştür.

Hamdi Suat, kendisinden önce daha çok teorik derslerden ibaret olan Patoloji'yi uygulama alanına sokmuştur. Patoloji laboratuarını kurmak ve daha sonra geliştirmek için çalışmış, eğitim sistemini değiştirerek pratik uygulamalara ve deneysel araştırmalara büyük önem vermiştir. Hamdi Suat çok sayıda araştırma ve inceleme yapmıştır. Almanca ve Fransızca yayınlanan 40 makalesi, ayrıca 5 de Türkçe makalesi vardır. Özellikle veba, deri hastalıkları, bitki ve hayvanlarda tümör gelişimi üzerine çalışmalar yapmıştır.

Öğrenciler için Genel Patoloji (Teşrih-i Marazi-i Umumi, 1914), Otopsi ve Adli Tıpta Önemi (Fethi Meyyit ve Tıbbı Adlide Ehemmiyeti, 1921) adlı ders kitaplarını yazmıştır. Bu kitapların 1929 ve 1930'daki 4. baskılarını latin harfleri ile bastırarak, kitaplarını latin harfleri ile yayınlayan ilk üniversite hocası olmuştur. Ayrıca Hamdi Hoca kürsüsüne ilk kez kadın asistan doktoru kabul eden üniversite hocasıdır. Almanya'da tıp öğrenimi gören Dr. Semiramis Rıfat Tezel 'i ihtisasını yapmak üzere kürsüye kabul etmiştir. Kendi adıyla anılan "Hamdi Erili" içinde uzun yıllar bozulmadan ve renk değişikliğine uğramadan saklanabilen doku ve organlardan oluşan 1800 olguluk büyük bir patoloji müzesi kurmuştur.

İlk Patoloji kürsüsünü Gülhane Askeri Hastanesi'nde 1904'te kurmuş, otopsi ve mikroskopiye dayalı ilk Patoloji eğitimini 1907'de başlatmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında tifüs salgını üzerine araştırmalar yapmış ve ilk kez tifüs aşısı uygulamasını gerçekleştirmiştir.

O dönemde ülke sağlık ortamının en önemli konularını ele alan Milli Tıp Kongresinin daha üçüncüsünde kanserin ana gündem olmasını sağlamıştır. Kanserin günümüzde kazandığı önemi neredeyse yetmiş yıl öncesinden görmüş ve bilim insanları kadar ulusal sağlık politikalarını belirleyenlerin ilgisini de çekmeyi başarmıştır. Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu'nun öncülü sayılan "Kanserle Mücadele ve Taharri Cemiyeti" 1933'te Hamdi Suat Aknar'ın girişimleri ile kurulmuştur.

Hamdi Suat Aknar, döneminin önde gelen patologları arasında saygın bir bilim adamı olarak yer almıştır. Alman Patoloji Cemiyetinin ilk Türk üyesi olmuş, çeşitli uluslararası toplantılarda ülkemizi başarıyla temsil etmiştir. 1930 yılında Bakü'de toplanan Rus Tıp Kongresi, ulaşımdaki zorluklar nedeniyle Hamdi Suat geciktiği için açılışını ertelemiştir. "Acta Cancrologica" dergisinin yayın kuruluna seçilmiştir. Türk ve dünya tıbbına büyük katkıları olmuş, çok değerli doktorlar, bilim adamları yetiştirmiştir. Bunlar arasında Kamile Şevki (Mutlu) ve Perihan Çambel, Hamdi Suat Okulu'nun temsilcileri olarak önemli hizmetler vermişlerdir. Ölümünden çok uzun bir dönem sonra 1974'te TÜBİTAK hizmet ödülüne layık bulunmuştur.

Modern Patolojinin kurucusu olan Hamdi Suat Aknar 1933 de üniversite reformunun getirdiği ve uzun yıllar eleştiri konusu olan bir uygulama ile Darülfünun'dan uzaklaştırılmış, Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam'ın müdahalesiyle Vakıf Gureba Hastanesi'nde çalışmaya devam etmiş, 13 Mart 1936'da tüberkülozdan ölmüştür.

1933 Reformu ve Hamdi Suat Aknar Sonrası (Patoloji'de Alman etkisi)

 

1933 Reformu sırasındaNazi Almanya'sından kaçarak ülkemize gelen Prof. Philip Schwartz (1894-1978) ve Prof. Siegfried Oberndorfer (1876-1944) uzun yıllar patolojik anatomi eğitimi vermişler, pek çok öğrenci ve patolog yetiştirmişlerdir. Prof. Schwartz patolojik anatomi kürsüsünün başına gelerek, öğrenci ve asistan eğitiminde makroskobi, mikroskobi ve otopsi konusunda pratik uygulamaya önem vermiş, Türkiye'de ilk kez klinikopatolojik dersleri 1942'de başlatmış, bugün hala korunan arşiv sistemini yerleştirmiştir. Schwartz'ın yanında yetişen Besim Turhan , Münevver Yenerman , Talia Bali Aykan , Süreyya Tanay , Bedrettin Pars , Kemal Akgüder , İhsan Şükrü Aksel ve Perihan Çambel Türkiye'nin ilk patoloji hocaları ve çeşitli patoloji kürsülerinin kurucuları olmuşlardır. Prof. Oberndorfer İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1937'de kurulan Genel Patoloji ve Deneysel Patoloji kürsüsüne atanmış; Sedat Tavat, Üveis Maskar , Osman Saka , Satı Eser gibi patologların yetişmesinde etkili olmuştur. Oberndorfer ülkemizdeki çalışmaları sırasında nöroendokrin hücreleri ilk kez tanımlamıştır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde bu gelişmeler yaşanırken Hamdi Suat Aknar'ın öğrencilerinden Kamile Şevki Mutlu ve Perihan Çambel patolojinin yaygınlaşması, kurumsallaşması konusunda önemli çalışmalar yapmışlardır. Kamile Şevki Mutlu (1906-1987) ilk kadın tıp profesörümüzdür. Hamdi Suat Aknar'ın ayrılmasından sonra İstanbul Tıp Fakültesi'nde durmamış, Ankara'ya gelerek Numune Hastanesi'ndeki patoloji laboratuarını kurmuştur. Burada 10 yıl süre ile çalışmış (1935-1945), daha sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi açılırken Üniversite'nin gereksinimi nedeniyle Histoloji ve Embriyoloji kürsüsünü kurmuş, Üniversite'nin açılış dersini vermiştir. Perihan Çambel (1909-1987), Hamdi Suat'ın ardından Vakıf Gureba Hastanesinde çalışmış, ABD de kanser üzerine bilimsel araştırmalar yapmıştır. Daha sonra Ankara Numune Hastanesi'nde patolog olarak görev yaparken kanserle ile ilgili deneysel araştırmalarını sürdürmüştür.

Kamile Şevki ve Perihan Çambel Hamdi Suat ile sonraki kuşak arasında aracı rol oynamıştır. Ancak Çambel'in Üniversite dışında kalması, Mutlu'nun ise Histoloji-Embriyoloji'ye geçmesi patoloji bakımından ciddi bir kayıp olarak değerlendirilebilir. Alman Hocaların ise Oberndorfer öldükten ve Schwartz başta maddi nedenler olmak üzere çeşitli nedenlerle ülkemizden ayrıldıktan sonra kalıcı izler bırakmamış, bir anlamda patoloji üçüncü kez yeniden doğmak durumunda kalmıştır.

Kamile Şevki (1906-3 Ekim 1987) Darülfünun'un ilk kadın mezunlarından biri olarak bitirmiştir. Aynı yıl Hamdi Suat'ın yanında ihtisasa başlamış, ilk makalesini öğrenciliği sırasında yayınlamıştır. 1932'de Hamdi Suat'ın önerisiyle maddi güvence sağlaması için aynı zamanda dermatoloji uzmanlık sınavına girerek diploma almıştır. 1933-1935 yılları arasında Berlin Üniversitesi Patoloji Bölümünde Prof. Rössie'nin yanında çalışmış, yurda döndüğünde sınava girerek uzman olmuştur. Türkiye'nin ilk kadın patoloji uzmanı olarak İstanbul Üniversitesi'ne atanmış ancak Hamdi Suat buradan ayrılmış olduğundan Üniversite'de kalmamış, Ankara Numune Hastanesi Anatomik Patoloji uzmanlığına tayin olmuştur. Kamile Şevki'nin atama kararında Cumhurbaşkanı Atatürk'ün de imzası vardır. 1945'te Ankara Üniversitesi kurulana kadar Numune Hastanesi'nde çalışmıştır. Tıp Fakültesi'nin kuruluşunda Histoloji'de gereksinim olduğu için Embriyoloji kürsüsünü kurmak üzere atanmışsa da 1.6.1952'ye kadar vekaleten Numune Hastanesi'ndeki görevini sürdürmüştür. Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda çalışmaya katılmış, ülkemizde ilk elektron mikroskobunu kurarak hücrenin inceyapısı üzerinde araştırmalar yapmıştır. Atatürk'ün naaşının Etnografya Müzesi'nden Anıt-kabir taşınması sırasında gözlemci olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nden yetişen patologlar, Türkiye'nin ilk patoloji hocaları ve patoloji kürsülerinin kurucuları olmuşlardır. 1945'e kadar ülkemizdeki patologlar bu iki kaynaktan yetişmiştir.

1945 Sonrası Patolojinin Gelişimi (İstanbul ve Ankara Tıp Fakülteleri)

 

Prof. Dr. Besim Turhan (1896-1973), Prof. Schwartz'dan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji kürsü başkanı olmuştur. Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nden Prof. Dr. Necati Eranıl (1902-1989) ve Prof. Dr. Süreyya Tanay (1901-1979) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Patoloji kürsüsünü kurmuşlardır. Gülhane'deki görevini sürdüren Prof. Dr. Osman Nuri Aker , Papanicolaou yöntemini ülkemize getirerek sitopatolojinin öncülüğünü yapmıştır.

1960 sonrası (Çok merkezli dönem)

Daha sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi'nde yetişen öğretim üyeleri pek çok şehirde üniversitelerde patoloji kürsülerini kurmuşlar, çok sayıda öğrenci ve patolog yetiştirmişlerdir. 1955'te Kemaleddin Akgüder Ege Tıp, 1963'te Muharrem Köksal Hacettepe Tıp, 1967'de ise Talia Balı Aykan Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinde Patoloji bölümlerinin kurucuları olmuştur. Ülkemizde üniversitelerin yaygınlaşmasına paralel olarak çok sayıda patoloji bölümünde eğitim verilmekte, uzman sayısı hızla artmaktadır.

Bugün, Üniversitelerin yanısıra Sağlık Bakanlığına ve Çalışma Bakanlığına bağlı Eğitim Hastanelerinde de patoloji uzmanlık eğitimi verilmektedir. Patoloji uzmanlarının sayısı 800'e yaklaşmıştır. 1973'te Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışan toplam patoloji uzmanı sayısı 14 iken 2003 yılında bu rakam 447 olmuştur.

Türkiye'de pek çok merkezde cerrahi patoloji ağırlıklı çalışılmakta, konvansiyonel yöntemlerin yanında Patolojide yeni yöntemler ve diğer teknikler de (elektron mikroskobi, immünhistokimya, moleküler teknikler) olanaklar el verdiğince kullanılmaktadır.

Patoloji Kongreleri, Bilimsel Çalışmalar

Patoloji derneklerinin en kapsamlı bilimsel etkinlikleri komgre ve sempozyumlardır. İlki 1969'da yapılan sempozyumları 1973 yılındaki ilk Ulusal Patoloji Kongresi izlemiştir. Bu kongrenin genel kurulunda alınan kararla sıra ile bir yıl kongre, bir yıl sempozyum yapılması; bu toplantıların Ankara Patoloji Derneği ve Türk Patoloji Derneği tarafından sırayla düzenlenmesi, kongrelerin sırayla Ankara, İstanbul ve İzmir'de, sempozyumların da Tıp Fakültesi bulunan diğer illerde yapılması kararlaştırılmıştır. Ege ve Çukurova Patoloji Derneklerinin kurulmasından sonra, 1996 Mayıs ayında dört derneğin yetkililerinin Ankara'da yaptıkları toplantıda, tabandan gelen istekler göz önüne alınarak, bilimsel etkinliklerin sayısının artırılması düşüncesi benimsenmiş ve her yıl ilkbaharda bir sempozyum, sonbaharda bir kongre düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. 1974 yılında PATOLOJİ BÜLTENİ, Ankara Patoloji Derneği'nin yayın organı olarak yayına başlamıştır. İlk sayının ilk makalesi Prof. Dr. Necati Eranıl tarafından yazılan "Nefronun Dejeneratif Değişiklikleri Hakkında" başlıklı yazı olmuştur. Meslektaşlar arasında bilgi iletimi, aktarımı ve paylaşımı konusunda çok önemli bir görev üstlenen bu dergi çok büyük bir boşluğu doldurmuş, üstün nitelikli ve kaliteli bir yayın organı olarak yayınlanmaya devam ederken, dernek faaliyetlerinin durdurulması ile 1980'de yayın hayatına ara vermek zorunda kalmıştır. 1990 yılındaki yoğun çabalar sonrası, 1991 yılında Patoloji Bülteni, 8. ciltten itibaren yeniden yayınlanmaya başlamıştır.

Kaynak : Patoloji Dernekleri Federasyonu